Loading Logo

sonkarar

Sayfa Yükleniyor

YARGITAY HUKUK GENEL KURULU


Hukuk Genel Kurulu 2010/1-281 E., 2010/323 K.

Hukuk Genel Kurulu 2010/1-281 E., 2010/323 K.
MEVSUF MUVAZAAMİRAS PAYI ÜZERİNDE SÖZLEŞMEMURİS MUVAZAASITAPU İPTALİ VE TESCİL

4721 S. TÜRK MEDENİ KANUNU [ Madde 677 ]
4721 S. TÜRK MEDENİ KANUNU [ Madde 1 ]
1086 S. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) [ Madde 45 ]
1086 S. HUKUK USULÜ MUHAKEMELERİ KANUNU(MÜLGA) [ Madde 76 ]
"İçtihat Metni"

Taraflar arasındaki "Tapu İptali ve Tescil" davasından dolayı yapılan yargılama sonunda; A... 5.Asliye Hukuk Mahkemesince davanın "reddine" dair verilen 11.03.2009 gün ve 2007/184 E-2009/78 K. Sayılı kararın incelenmesi davacılar vekili tarafından istenilmesi üzerine, Yargıtay 1.Hukuk Dairesinin 07.07.2009 gün ve 2009/4698-8001 sayılı ilamı ile;

(…

…Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Mahkemece, davanın reddine karar verilmiştir.

Dosya içeriği ve toplanan delillerden; çekişmeli taşınmaz 1967 tarihinde ölen Ahmet'e ait iken eşi Şivazet'in 1/4 oranındaki kanuni miras payını 1.2.1989 tarihinde düzenlenen akit uyarınca 14.347.500-TL. bedelle davalı C.. T..'na temlik ettiği anlaşılmaktadır.

Davacılar 1992 tarihinde ölen muris Şivazet'in torunları olup Şivazet'in yaptığı pay temlikinin kendilerinden mal kaçırmak amacıyla gerçekleştirildiğini ve muvazaa ile illetli olduğunu ileri sürerek eldeki davayı açmışlar. Mahkemece mirasçıların birbirleriyle miraspayları yönünden yapacakları temliklerin geçerli işleme dayalı olduğu ve dolayısıyla 4721 Sayılı Türk Medeni Kanununun 677.maddesi hükmü gereğince resmi olarak yapılan bu işlemin korunması gerekli olduğu gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Hemen belirtmek gerekir ki, gerçekten de Türk Medeni Kanununun 677.maddesi hükmü uyarınca mirasçılarının miras payları üzerinde birbirleriyle yapacakları pay temliklerinin yazılı olmak koşulu ile geçerli olacağı tartışmasızdır.

Somut olayda da muris Ş.. kendi miras bırakanı A..'den gelen kanuni miras payını davalıya temlik etmiştir. O halde böylesi bir işlemin mirasçıdan mal kaçırma amacıyla gerçekleştirildiğinin saptanması halinde olayda 1.4.1974 tarih 1/2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararına uygulama yeri bulacağı kuşkusuzdur.

Bilindiği üzere; uygulamada ve öğretide "muris muvazaası" olarak tanımlanan muvazaa, niteliği itibariyle nisbi (mevsuf-vasıflı) muvazaa türüdür. Söz konusu muvazaada miras bırakan gerçekten sözleşme yapmak ve tapulu taşınmazını devretmek istemektedir. Ancak mirasçısını miras hakkından yoksun bırakmak için esas amacını gizleyerek, gerçekte bağışlamak istediği tapulu taşınmazını, tapuda yaptığı resmi sözleşmede iradesini satış veya ölünceye kadar bakma sözleşmesi doğrultusunda açıklamak suretiyle devretmektedir.

Bu durumda yerleşmiş Yargıtay İçtihatlarında ve 1-4-1974 tarih 1/2 sayılı İnançları Birleştirme Kararında açıklandığı üzere görünürdeki sözleşme tarafların gerçek iradelerine uymadığından, gizli bağış sözleşmesi de Medeni Kanunun 706, Borçlar Kanunun 213 ve Tapu Kanunun 26. maddelerinde öngörülen şekil koşullarından yoksun bulunduğundan, saklı pay sahibi olsun veya olmasın miras hakkı çiğnenen tüm mirasçılar dava açarak resmi sözleşmenin muvazaa nedeni ile geçersizliğinin tesbitini ve buna dayanılarak oluşturulan tapu kaydının iptalini isteyebilirler.

Hemen belirtmek gerekir ki; bu tür uyuşmazlıkların sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi, davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılmasına bağlıdır. Bir iç sorun olan ve gizlenen gerçek irade ve amacın tespiti ve aydınlığa kavuşturulması genellikle zor olduğundan, bu yöndeki delillerin eksiksiz toplanılması yanında, birlikte ve doğru şekilde değerlendirilmesi de büyük önem taşımaktadır. Bunun içinde ülke ve yörenin gelenek ve görenekleri, toplumsal eğilimleri, olayların olağan akışı, miras bırakanın sözleşmeyi yapmakta haklı ve makul bir nedeninin bulunup bulunmadığı, davalı yanın alış gücünün olup olmadığı, satış bedeli ile sözleşme tarihindeki gerçek değer arasındaki fark, taraflar ile miras bırakan arasındaki beşeri ilişki gibi olgulardan yararlanılmasında zorunluluk vardır.

Hal böyle olunca, tarafların iddia ve savunmaları doğrultusunda gösterdikleri ve gösterecekleri tüm delillerin toplanması, toplanan ve toplanacak delillerin yukarıda değinilen ilkeler çerçevesinde değerlendirilmesi, miras bırakanın temlikdeki gerçek iradesinin duraksamaya yer bırakmayacak şekilde açığa kavuşturulması, ayrıca aynı hukuki sebebe ve aynı mirasbırakandan intikal eden taşınmazlarla ilgili açıldığı dosya kapsamından anlaşılan davalar ile eldeki dava arasında fiili ve hukuki irtibat bulunduğu gözetilerek HUMK'nun 45.maddesi uyarınca birleştirilmelerinin düşünülmesi ve hâsıl olacak sonucuna göre bir karar verilmesi gerekirken yanılgılı gerekçelerle yazılı olduğu üzere hüküm kurulmuş olması doğru değildir...)

gerekçesiyle bozularak dosya yerine geri çevrilmekle, yeniden yapılan yargılama sonunda, mahkemece önceki kararda direnilmiştir.

Hukuk Genel Kurulunca incelenerek direnme kararının süresinde temyiz edildiği anlaşıldıktan ve dosyadaki kâğıtlar okunduktan sonra gereği görüşüldü:

Dava, muris muvazaası hukuksal nedenine dayalı tapu iptali ve tescil isteğine ilişkindir.

Davacılar, miras bırakan Babaanneleri Şivezat Tugayoğlu'nun, diğer mirasçılarından mal kaçırmak amacıyla ve muvazaalı olarak babaları İ..'ın ölümünden kısa bir süre sonra, 438 ada 14 parsel sayılı taşınmazdaki payını satış göstererek davalıya devrettiğini, taşınmazın daha sonra imar görerek imar parsellerine gittiğini, miras bırakanın daha birçok taşınmazını aynı şekilde davalıya temlik ettiğini ileri sürerek, dava konusu imar parsellerinin miras bırakandan davalıya intikal eden 1/4 pay oranında iptali ile miras payları oranında adlarına tescilini istemişlerdir.

Davalı, temlikin gerçek bir satış olduğunu, taşınmazları bedelini ödeyerek satın aldığını bildirip davanın reddini savunmuştur.

Mahkemece, tapu memuru huzurunda resmi şekilde yapılan miras payının devri işleminin geçerli bulunduğu, muvazaa nedenine dayalı tapu iptali davasının koşulları oluşmadığı gerekçesiyle davanın reddine karar verilmiştir.

Özel Dairece, yukarıda açıklanan gerekçeler ile hüküm bozulmuştur.

Yerel mahkeme, somut olayda görünürdeki işlemin Borçlar Kanunu 213 vd. maddeler kapsamında bir taşınmaz pay satışı olmayıp, 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi 612. madde kapsamında dava konusu taşınmazla ilgili miras payının devri sözleşmesi olduğu, bu nedenle satış doğrultusunda açıklanmış irade açıklamasından söz edilemeyeceğinden, davaya konu işlemin İçtihadı Birleştirme Kararının kapsamına da girmediği; miras payının devri sözleşmesinin yazılı olarak yapılması yeterli olup, resmi şekle tabi olmadığı, somut olayda, muris ve davalının, zorunlu şekil olmadığı halde tapu memuru önünde miras payının devrine ilişkin sözleşme imzaladıkları, İçtihadı Birleştirme Kararının adi yazılı şekle tabi miras payının devri sözleşmelerini kapsamayacağı gerekçesi ile ilk hükümde direnmiştir.

Uyuşmazlık; olayda muris muvazaası mı, yoksa miras payının yazılı şekilde devri sözleşmesinin mi söz konusu olduğu, buna göre 1.4.1974 tarih 1/2 sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanmasının gerekip gerekmediği, burada varılacak sonuca göre Özel Dairenin istediği yönde araştırma yapılmasına ihtiyaç olup olmadığı noktasında toplanmaktadır.

Uyuşmazlığın çözümüne geçilmeden önce, muvazaa kavramı ve hukuki niteliği üzerinde durulmasında yarar vardır.

İrade ve beyan arasında bilerek yaratılan uyumsuzluk şeklinde tanımlanan muvazaa, pozitif hukukumuzda Borçlar Kanunu'nun 18. maddesinde düzenlenmiş ve anılan maddede, "bir aktin şekil ve şartlarını tayinde, iki tarafın gerek sehven, gerek akitteki hakiki maksatlarını gizlemek için kullandıkları tabirlere ve isimlere bakılmayarak, onların hakiki ve müşterek maksatlarını aramak lazımdır" hükmüne yer verilmiştir.

O halde muvazaa; tarafların üçüncü kişileri aldatmak amacı ile ve fakat kendi gerçek iradelerine uymayan ve aralarında hüküm ve sonuç doğurmayan bir görünüş yaratmak hususunda anlaşmalarıdır, şeklinde tanımlanabilir. Bir başka ifadeyle, irade açıklamasında bulunan taraflar bu açıklamanın kendisine yapıldığı kişi, irade açıklamasının sonuç doğurmaması konusunda anlaşmışlar, yalnız gerçek bir hukuki işlemin bulunduğu görüşünü yaratmayı istemişlerse, muvazaadan söz edilir.

Muvazaa daha çok sözleşmenin yorumuyla ilgili olduğundan, öğreti ve uygulamada muvazaa kapsamlı olarak incelenmiş ve belirli kurallara bağlanmıştır. Gerek öğretide, gerek uygulamada muvazaa, mutlak ve nispi muvazaa olarak iki gruba ayrılmaktadır; mutlak muvazaada taraflar herhangi bir hukuki işlem yapmayı (oluşturmayı) istemezler, yalnız görünüşte bir hukuki işlem için gerekli irade açıklamasında bulunurlar; nispi muvazaada ise taraflar gerçekten belli bir hukuki işlem yapmak isterler, ancak onu saklamak amacıyla, bir başka hukuki işlemin kurulduğu görüşünü yaratmak üzere irade açıklamasında bulunurlar.

Taraflar ister yalnız bir görünüş yaratmayı, ister ikinci bir gizli işlem yapmayı arzu etmiş olsunlar, görünüşteki (zahiri) işlem tarafların gerçek iradelerine uymadığından, ilke olarak herhangi bir sonuç doğurmaz. Muvazaada görünüşteki işlemin her türlü hukuki sonuçtan yoksun olması, tarafların ortak iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklanmaktadır.

Şu halde, özellikle mevsuf (nispi) muvazaada ilke olarak görünüşteki işlemin altına saklanan ve tarafların içerik ve sonuçlarıyla birlikte gerçekleştirmek istedikleri işlem (gizli sözleşme) geçerlidir. Bu geçerliliğin, tarafların gerçek ve uygun iradelerinin bu yolda olmasından kaynaklandığı ve onun, muvazaalı hukuki işlemin altına gizlenmiş olmasının, ilke olarak geçerliliğini etkilemediği her türlü duraksamadan uzaktır.

Ne var ki; muvazaada, gizli işlem şekle bağlıysa ve bu gizli işleme ilişkin irade açıklamaları şekle uygun yapılmamışsa, görünüşteki işlem yapılırken yasaların öngördüğü şekle uyulmuş olması, gizli işlemdeki şekle aykırılığı gidermez. Bu durumda, görünüşteki işlem tarafların gerçek iradelerini yansıtmadığından her hangi bir sonuç doğurmadığı gibi, gizli işlem dahi şekle aykırılıktan dolayı geçersizdir.

Nitekim bu ilke, 07.10.1953 gün ve 8/7 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararında çok açık bir şekilde dile getirilmiş; tapuda kayıtlı taşınmaz malın muvazaalı satış işlemiyle miras hakkından yoksun edilen kimselerin dava hakkına ilişkin uyuşmazlığın irdelendiği 01.04.1974 gün ve 1/2 sayılı Yargıtay İçtihadı Birleştirme Kararı'nda da, tüm mirasçıların görünüşteki satış sözleşmesinin Borçlar Kanunu'nun 18.maddesine dayanarak muvazaalı olduğunu ve gizli bağış sözleşmesinin de şekil koşulundan yoksun bulunduğunu ileri sürerek dava açabilecekleri sonucuna varılmıştır.

Öte yandan,gerek 4721 sayılı Türk Medeni Kanununun 677. maddesine ve gerekse mülga 743 sayılı Türk Kanunu Medenisi 612. maddesi kapsamında göre, mirasçılar arasında terekenin tamamı veya bir kısmı üzerinde miras payının devri konusunda yazılı olarak yapılan sözleşmeler geçerlidir.

Bu genel açıklamaların ışığında somut olaya bakıldığında; davacıların, miras bırakan babaanneleri Ş.. T..'nun, diğer mirasçılarından mal kaçırmak ve davalıyı koruyup kayırmak amacıyla, muvazaalı olarak babaları İsfendiyar'ın ölümünden kısa bir süre sonra, 438 ada 14 parsel sayılı taşınmazdaki payını satış göstererek davalıya devrettiğini, ileri sürerek dava açtıklarına göre, muvazaa hukuksal nedenine dayandıkları açık bir biçimde görülmektedir.

Kaldı ki, davalı taraf cevap dilekçesinde, dava konusu taşınmazın muris tarafından ucuz-pahalı üçüncü kişilere satılmasının önlenmesi amacıyla bedelini ödemek suretiyle satın aldığını, mal kaçırma ve muvazaanın söz konusu olmadığını ifade ettiği görülmektedir.

Bu noktada, olayları ortaya koymak tarafların uygulanacak kanun hükmünü bulmak, diğer bir anlatımla olayların hukuki sebebini tayin etmek, kanunları kendiliğinden (re'sen) uygulamakla görevli olan hakimin görevidir (HUMK.m.76).

Hal böyle olunca; gerek dava dilekçesindeki anlatımlardan, gerekse tüm dosya kapsamından, davanın gerçek sebebi ve temelinin muris muvazaasına dayalı olduğu sonucuna varılmıştır.

4721 sayılı Türk Medeni Yasasının 1.maddesine göre "Kanun, sözüyle ve özüyle değindiği bütün konularda uygulanır", yine aynı maddeye göre "Hakim, karar verirken bilimsel görüşlerden ve yargı kararlarından yararlanır."Kanunun yasada belirtilen biçimde özüyle de uygulanabilmesi için hakim tarafından yorumlanması gerekmektedir. Bu husus hem yargısal kararlarda, hem de bilimsel görüşlerde kabul gören bir uygulamadır. 04.02.1959 gün ve 1957/14 E. 1959/6 K. Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde bu husus "Kanun hükümlerinin sadece kanunun lafzına göre değil, fakat hem lafzına ve hem de ruhuna göre tefsir edilmesi ve kanunun yalnız lafzına dayanılarak hükümlerin konuluş maksatlarına aykırı neticelere varılmasına meydan bırakılmaması, bugünkü hukuk ilminin ve tatbikatının ana kaidelerindendir." denilmek suretiyle açıklanmış olup, keza aynı husus 27.3.1957 gün ve 1957/1 E. 1957/3 K Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının gerekçesinde de belirtilmiştir.

Diğer taraftan H.G.K. 20.02.1963 gün ve 4/71-21 Sayılı kararında da belirtildiği gibi; "Bir konunun İçtihadı Birleştirme Kararı ile aydınlanması, ameli sonuç bakımından, o konuda yeni bir yasa çıkarılması anlamına gelmektedir". Nasıl ki, yasa hükümleri uygulanırken tefsirleri ve asıl amaçlarının belirlenmesi gerekmekte ise yine yasa hükmünde olan İçtihadı Birleştirme Kararlarının da tefsiri mümkün olup, bu durum sonuçları ile bağlayıcı olan İçtihadı Birleştirme Kararlarının genişletilmesi veya değiştirilmesi anlamına gelmemektedir.

İçtihadı Birleştirme Kararının sonuç bölümünde, muris muvazaasının oluşabilmesi için taşınmazın tapu sicillinde kayıtlı olması yanında, murisin tapu sicil memuru önünde iradesini satış doğrultusunda açıklamış olması koşulunun ne anlama geldiğinin saptanması gerekmektedir. Buradaki kastedilen irade açıklaması murisin bizzat tapu memurunun önüne giderek beyanda bulunması değil, her ne biçimde ve her ne yolla olursa olsun, murisin iradesinin resmi memura ulaştırılması ve bu iradenin tapudaki muvazaalı devir işlemine esas olmasıdır, yani iradenin hangi vasıta ile değil, hangi amaçla tapu memuru önüne geldiği önemlidir.

Sonuçta, murisin iradesi tapudaki devir işlemine dayanak teşkil ettiğine ve açıklanan bu iradenin gerçek irade olmayıp mirasçıdan mal kaçırmak amacını güttüğü iddia edildiğine göre, muris muvazaası nedenine dayanılarak açılan davanın dinlenmesi gerekir.

Yargıtay Hukuk Genel Kurulunun 29.11.2006 gün ve 2006/1-734 E., 2006/761 K sayılı ilamında da belirtildiği gibi; harici taşınmaz satımı gibi murisin tapu memuru önünde oluşturmayıp da herhangi bir biçimde dışarıda oluşturulduktan sonra tapu memuru önüne gelen iradesi sonucu gerçekleştirilen taşınmaz devirlerinde muris muvazaasının incelenemeyeceği görüşü kabul edildiği taktirde, bu uygulamanın yaygınlaşacağı ve Türk Medeni Yasasının miras hükümlerinin bertaraf edilebileceği de gözden uzak tutulmamalı ve 01.04.1974 gün ve 1974/1-2 Sayılı İçtihadı Birleştirme Kararının uygulanmasında tereddüt edilmemelidir.

Davalı her ne kadar dava konusu temlikin muvazaalı temlik olarak değil, miras payı devri olarak değerlendirilmesi gerektiğini belirtse de, önemli olanın murisin bu işlemi yaparken güttüğü amacın ne olduğunun tespiti olduğundan ve iradenin hangi vasıta ile kullanıldığının bu anlamda bir önemi bulunmadığından, uyuşmazlığın sağlıklı, adil ve doğru bir çözüme ulaştırılabilmesi için davalıya yapılan temlikin gerçek yönünün, diğer bir söyleyişle miras bırakanın asıl irade ve amacının duraksamaya yer bırakmayacak biçimde ortaya çıkarılması gerekmektedir. Öyle ise, içsel bir durum olan mirasbırakanın asıl irade ve amacın tespiti için Özel Dairenin bozma kararında belirtilen şekilde araştırma yapılması zorunlu bulunmaktadır.

Bu itibarla, Hukuk Genel Kurulu'nca da benimsenen Özel Daire bozma kararına uyulmak gerekirken, önceki kararda direnilmesi usul ve yasaya aykırıdır.

Bu nedenle direnme kararı bozulmalıdır.

S O N U Ç : Davacılar vekilinin temyiz itirazlarının kabulü ile direnme kararının yukarıda ve Özel Dairenin bozma kararında açıklanan nedenlerden dolayı HUMK.nun 429.maddesi gereğince BOZULMASINA, istek halinde temyiz peşin harcının geri verilmesine, 16.06.2010 gününde oyçokluğu ile karar verildi.

UYAP Entegrasyonu