WhatsApp Hukuki Asistan

Yeni

Son Karar yapay zeka destekli hukuk asistanınız artık WhatsApp üzerinden cebinizde. Aşağıdaki hizmetlerden dilediğinizi seçerek WhatsApp asistanınıza soru sorarak hemen kullanmaya başlayabilirsiniz.

Hukuki Destek Alma
Hukuki sorularınız için anında uzman desteği alın
Yargıtay ve BAM Kararı Arama
Emsal kararlar ve içtihatlar için arama yapın
Dava Dilekçesi Hazırlama
Yapay zeka ile hızlı ve profesyonel dilekçeler oluşturun
Sözleşme Hazırlama
Özelleştirilmiş sözleşme şablonları oluşturun
Loading Logo

sonkarar

Sayfa Yükleniyor

DANIŞTAY 10. DAIRE

Danıştay 10. Daire Başkanlığı         2020/960 E.  ,  2021/1580 K.
"İçtihat Metni" T.C.
D A N I Ş T A Y
ONUNCU DAİRE
Esas No : 2020/960
Karar No : 2021/1580

TEMYİZ EDENLER (DAVALILAR) : 1- … Bakanlığı / ANKARA
VEKİLİ : 1. Hukuk Müşaviri Yrd. …
2- … Valiliği / ANKARA
VEKİLİ : Av. …

KARŞI TARAF (DAVACILAR) : 1- …
2- …
VEKİLLERİ : Av. …

İSTEMİN KONUSU : … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının davalı idarelerce temyizen incelenerek bozulması istenilmektedir.

YARGILAMA SÜRECİ :
Dava konusu istem: Davacılar tarafından, Ankara ili, Kızılay Meydanı'nda 13/03/2016 tarihinde meydana gelen patlamada oğulları …'un hayatını kaybettiği ve 5233 sayılı Kanun kapsamında 11/08/2016 tarihli uyuşmazlık tutanağı düzenlendiğinden bahisle olayda idarenin ihmalinin ve ağır hizmet kusurunun bulunduğu iddiasıyla destekten yoksun kalma nedeniyle uğradıkları maddi zarara karşılık ayrı ayrı 20.000,00 TL olmak üzere toplam 40.000,00 TL (miktar artırım sonrası 176.044,96 TL) maddi tazminatın ve 2.249,00 TL cep telefonu bedelinin olay tarihi olan 13/03/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istenilmiştir.
İlk Derece Mahkemesi kararının özeti: ... İdare Mahkemesi kararıyla; sosyal risk ilkesi ile, toplumun içinde bulunduğu koşullardan kaynaklanan, idarenin faaliyet alanında meydana gelmekle birlikte yürütülen kamu hizmetinin doğrudan sonucu olmayan, toplumsal nitelikli riskin gerçekleşmesi sonucu oluşan, salt toplumun bireyi olunması nedeniyle uğranılan özel ve olağandışı zararların topluma pay edilerek giderilmesinin amaçlandığı, genel bir ifade ile "terör olayları" olarak nitelenen eylemlerin Devlete yönelik olduğu, Anayasal düzeni yıkmayı amaçladığı, bu tür olaylarda zarar gören kişi ve kuruluşlara karşı kişisel husumetten kaynaklanmadığı, sözü edilen olaylar nedeniyle zarara uğrayan kişilerin, kendi kusur ve eylemleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olmaları nedeniyle zarar gördükleri, belirtilen şekilde ortaya çıkan zararların ise, özel ve olağandışı nitelikleri dikkate alınarak, terör olaylarını önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemeyen idarece, sosyal risk ilkesine göre topluma pay edilmesi suretiyle tazmininin hakkaniyet gereği olduğu, sosyal devlet ilkesine de uygun düşeceği, uyuşmazlıkta; davacıların oğullarının 13/03/2016 tarihinde Ankara Kızılay Meydanı Güven Park önünde yaşanan büyük patlamada vefat ettiği, 5233 sayılı Kanun kapsamında davacılar ile idare aralarında tazminata yönelik herhangi bir sulhname imzalanmadığı, davalı idare tarafından olayın bir terör saldırısı olduğunun belirtildiği, canlı bomba ile gerçekleştirilen patlama olaylarının çok sayıda vatandaşın ölümüne ve yaralanmasına sebep olduğu göz önüne alındığında, olay nedeniyle davacıların maddi zararlarının sosyal risk ilkesi uyarınca davalı idarece tazmin edilmesi gerektiği, Mahkemenin 29/06/2018 tarihli ara kararı ile davacıların destekten yoksun kalma nedeniyle davaya konu maddi zararlarının hesaplanması amacıyla bilirkişi incelemesi yaptırılmasına karar verildiği, bu kapsamda düzenlenen ve 24/09/2018 tarihinde kayda giren bilirkişi raporunda; destekten yoksun kalma zarar hesabı yapılırken 1931 PMF Hayat Tablosu'nun kullanıldığı, ancak 1931 PMF Hayat Tablosu'nun Fransız nüfus verileri/istatistikleri kullanılarak 1931 yılında hazırlanmış bir tablo olduğu, oysa ki; Başbakanlık Hazine Müsteşarlığı, Hacettepe Üniversitesi Fen Fakültesi Aktüerya Bilimleri Bölümü, BNB Danışmanlık, Marmara Üniversitesi ve Başkent Üniversitesi’nin çalışmalarıyla “TRH 2010” adı verilen “Ulusal Mortalite Tablosu”nun hazırlandığı, bu nedenle zarar hesabı yapılırken ülkemize özgü ve güncel verileri içeren TRH 2010 tablosunun kullanılması gerektiği, bunun yanında, davacılar … ve …'ın (Kararda adı geçen bu kişilerin dava dosyası ile ilgisi bulunmadığı sehven davacılar … ve … yerine yazıldığı görülmüştür.) muhtemel bakiye ömürleri hesaplanırken hesap hatası yapıldığı hususlarının tespiti üzerine, Mahkemenin 28/11/2018 tarihli ara kararı ile, davacıların destekten yoksun kalma nedeniyle uğradıkları maddi zarar tutarının yeniden hesaplanması amacıyla bilirkişiden ek rapor alınmasına karar verildiği, akabinde sunulan 20/12/2018 tarihli raporda özetle; TRH 2010 yaşam tablosuna göre yapılan hesaplama sonucunda davacı anne ….'un 106.667,60TL, davacı baba …'un ise 69.377,36TL destekten yoksunluk zararının oluştuğu, hesap bilirkişisince yapılan tespit üzerine davacılar vekili tarafından, 16/01/2019 kayıt tarihli dilekçe ile miktar artırımında bulunarak, … için 106.667,60 TL, … için ise 69.377,36 TL olmak üzere toplam 176.044,96 TL tazminatın ödenmesine, davacılara ödenmesine karar verilen 176.044,96 TL tazminatın; 40.000,00 TL'sine idareye başvuru tarihi olan 08/04/2016 tarihinden itibaren, bakiye 136.044,96 TL maddi tazminat miktarına ise, 16/01/2019 tarihinde kayda giren ve 21/01/2019 tarihinde davalı idarelere tebliğ edilen dilekçe ile miktar artırımı yapıldığı göz önüne alındığında, bu miktar yönünden davalı idarelerin 21/01/2019 tarihinde temerrüde düştüğü sonucuna varılmakla, bu tarihten itibaren işletilecek yasal faizi ile birlikte davalı idarelerce davacılara ödenmesine, dava dilekçesinde maddi tazminat için olay tarihinden itibaren faize hükmedilmesi istenilmiş ise de, faizin başlangıç tarihinin yukarıda açıklandığı şekilde belirlenmesi gerektiği, davacıların bunu aşan faiz istemi yerinde bulunmamakla birlikte, faiz asıl alacağın yanında fer'i nitelikte bir talep olduğundan, davacıların aşan faiz istemi hakkında ayrıca hüküm kurulmasına gerek bulunmadığına, davacıların oğulları …'a ait cep telefonunun 2.249,00 TL olan bedelinin olay tarihi olan 13/03/2016 tarihinden itibaren işleyecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemi bakımından ise; olayda, davacıların 08/04/2016 tarihinde idareye yaptıkları başvuru sonucu 5233 sayılı Kanun uyarınca oluşturulan Zarar Tespit Komisyonu'nun 14/07/2016 tarih ve 06/01/2016/189 sayılı kararında 2.249,00 TL cep telefonu bedelinin ödenmesine karar verildiği, dava devam ederken davacılara cep telefonu bedelinin 14/10/2016 tarihinde ödendiği ve cep telefonu bedeline ilişkin 14/10/2016 tarihli sulhnamenin davacılar tarafından imzalandığı, ancak bu ödeme üzerinde herhangi bir faiz ödemesi yapılmadığı, bu durumda, davacılar tarafından, oğulları …'a ait cep telefonunun 2.249,00 TL olan bedelinin ödenmesine karar verilmesi istemi bakımından, davanın konusuz kalması nedeniyle davanın bu kısmı hakkında karar verilmesine yer bulunmadığına, her ne kadar davalı idarece davacılara cep telefonu bedeli ödenmiş ise de, ödenen miktardan mahrum kalınan süreler için davacıların zararının giderilmesi amacıyla, davacılara ödenen miktar üzerinden idareye başvuru tarihi olan 08/04/2016 tarihi ile davacılara ödemenin yapıldığı tarih olan 14/10/2016 tarihi arasında yasal faiz işletilmek suretiyle hesaplanacak tutarın davacılara ödenmesine karar verilmiştir.
Bölge İdare Mahkemesi kararının özeti: … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesince; 02/01/2019 tarih ve 30643 sayılı Resmi Gazete'de yayımlanan Avukatlık Asgari Ücret Tarifesinin 13. maddesinin 1. fıkrasında "Tarifenin ikinci kısmının ikinci bölümünde gösterilen hukuki yardımların konusu para ve para ile değerlendirilebiliyor ise avukatlık ücreti, davanın görüldüğü mahkeme için Tarifenin ikinci kısmında belirtilen maktu ücretlerin altında kalmamak kaydıyla (7. maddenin 2. fıkrası, 9. maddenin 1. fıkrasının son cümlesi ile 10. maddelerin 3. fıkrası ile 12. maddenin 1. fıkrası 16. maddenin 2. fıkrası hükümleri saklı kalmak kaydıyla) Tarifenin üçüncü kısmına göre belirlenir." hükmüne yer verildiği, Üçüncü kısımda yargı yerleri ile icra ve iflas dairelerinde yapılan ve konusu para olan veya para ile değerlendirilebilen hukuki yardımlara ödenecek ücret oranlarının belirlendiği, belirtilen açıklamaya göre hükmedilen 176.044,96 TL tazminat için;16.512,70 TL vekalet ücretine hükmedilmesi gerektiği halde, davacı lehine 10.562,69 TL vekalet ücretine hükmedilmesinde hukuki isabet görülmediği gerekçesiyle davalı idarelerin istinaf istemlerinin reddine, davacıların istinaf isteminin kabulüne, ... İdare Mahkemesince verilen kararın davacıların maddi tazminat isteminin kısmen kabulü ile, … için 106.667,60 TL, … için ise 69.337,36 TL olmak üzere toplam 176.044,96 TL maddi tazminatın 40.000,00 TL kısmına 08/04/2016 tarihinden, 136.044,96 TL kısmına 21/01/2019 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte davalı idarelerce davacılara ödenmesine, davanın cep telefonu bedelinin ödenmesine karar verilmesi istemi yönünden konusu kalmayan dava hakkında karar verilmesine yer olmadığına, cep telefonu bedeli bakımından faiz ödenmesi talebinin ise kabulüne, davacılara ödenen cep telefonu bedeline başvuru tarihinden ödeme tarihine kadar işleyecek yasal faizin davalı idarelerden alınarak davacılara ödenmesine ilişkin kısmı yönünden onanmasına karar verilmiştir.

TEMYİZ EDENLERİN İDDİALARI : Davalı … Bakanlığı tarafından, idarenin sorumluluğu için ortada bir zararın, zarara yol açan bir idare eyleminin veya işleminin olması gerektiği, olayın bir terör olayı olduğu, olayda idarelerinin kusurunun bulunmadığı, mahkeme kararının usul ve yasaya aykırı olduğu, 5233 sayılı Kanun'un terör ve terörle mücadele kapsamında meydana gelen zararların tazmini amacıyla sosyal risk ilkesine dayanılarak kabul edildiğini, Kanun'un yürürlüğe girmesinden itibaren içtihatlarla geliştirilen sosyal risk ilkesinin uygulanma imkanının kalmadığı, sosyal risk ilkesine dayalı tazminatların 5233 sayılı Kanun kapsamında karara bağlanılması gerektiği ileri sürülmektedir.
Davalı Ankara Valiliği tarafından, manevi tazminat yönünden hasım mevkinden çıkarılma taleplerinin bulunduğu, maddi tazminat yönünden bilirkişi raporuna yaptıkları itirazların değerlendirilmediği, cep telefonu yönünden ödeme yapıldığından faize ilişkin karar alınamayacağı, manevi tazminatın hakkaniyete aykırı olduğu, idarelerinin harçtan muaf olduğu ileri sürülmektedir.

KARŞI TARAFIN SAVUNMASI : Davacılar tarafından, davalı idarelerin temyiz istemlerinin reddi gerektiği savunulmaktadır.

DANIŞTAY TETKİK HÂKİMİ : …
DÜŞÜNCESİ : Dava konusu olayda istihbari bilgi, belge veya olaya yönelik ihbarın bulunmadığı görüldüğünden olayın terör olayı olduğu ve olayda idarenin hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk halinin bulunmadığı anlaşılmıştır. Bu durumda davacıların genel hükümlere dayalı olarak açtığı davalarda, olayın 5233 sayılı Kanun kapsamında mı, genel hükümler kapsamında mı değerlendirileceği uyuşmazlığın temelini oluşturmaktadır.
Danıştay İdari Dava Daireleri Kurulu'nun terör olaylarında maddi tazminat istemlerinde gerçek zararın karşılanmasına ilişkin kararları ile Anayasa Mahkemesi'nin 03/11/2020 tarihli Resmi Gazete'de yayımlanan 08/09/2020 tarih ve Başvuru No:2016/7302 sayılı Adnan Ceylan Başvurusu kararı gereği; 5233 sayılı Kanun'un geçici maddelerinde yer alan dönemler dışında meydana gelen terör veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle oluşan zararların mutlak olarak 5233 sayılı Kanun usulleriyle çözümlenmesi gerekmediği, ilgili kararda olduğu üzere, tazminat hukukunun genel hükümlerine göre açılan davada başvurucunun sosyal risk ilkesi gereği tazmini gereken maddi, manevi tazminatlarının bulunup bulunmadığının incelenmesi gerektiği, bu yönde inceleme yapılmamasının mahkemeye erişim hakkına müdahale olduğu kabul edilmiştir.
Bu halde dava konusu olayda olduğu üzere, genel hükümler kapsamında açılan davanın talep gereği olayda hizmet kusuru, kusursuz sorumluluk hali de olmadığı tespit edilirse sosyal riskten incelenmesi hukuka uygundur. İdare Mahkemesi kararında maddi tazminata ilişkin hesaplamanın 5233 sayılı Kanun kapsamında yapıldığı ifade edilse de bilirkişi raporunda idarenin kusurlu olduğundan hareketle davacının maddi tazminat talebi hakkında hesaplama yapılmıştır. Bu durumda terör olaylarında, sosyal riske dayalı olarak incelenen dosyalarda, tazminat hesabının hizmet kusuru hukuki gerekçesinin hesaplama yöntemiyle karşılanması hali ortaya çıkmaktadır. Sosyal risk ilkesinin idarenin herhangi bir kusuru bulunmayan, davacınında toplumun bir ferdi olarak zararlarının karşılandığı dosyalarda uygulanmasına rağmen tazminatın hizmet kusuru hesaplama yöntemiyle karşılanmasının hukuka ve hakkaniyete aykırı olduğu açıktır. Bu dosyalarda maddi tazminat hesaplamasında; sosyal risk ilkesine uygun olarak tazminat ve sorumluluk dengesi sağlanması açısından hesabın % 50'sinin kabul edilmesinin hem davacı ve davalı yönünden adil, hem de hukuki gerekçeye uygun bir çözüm olduğu düşünülmektedir. Bu nedenlerle İdare Mahkemesi kararının maddi tazminatın hukuki gerekçesi ve hesaplaması açısından bozulması gerektiği düşünülmektedir.

TÜRK MİLLETİ ADINA

Karar veren Danıştay Onuncu Dairesince, Tetkik Hâkiminin açıklamaları dinlendikten ve dosyadaki belgeler incelendikten sonra, dosya tekemmül ettiğinden yürütmenin durdurulması istemi hakkında ayrıca bir karar verilmeksizin işin gereği görüşüldü:

İNCELEME VE GEREKÇE :
MADDİ OLAY :
13/03/2016 tarihinde Ankara Güvenpark'ta meydana gelen patlamada yakınları vefat eden davacılar tarafından maddi tazminatın ölüm tarihi olan 13/03/2016 tarihinden itibaren işletilecek yasal faiziyle birlikte ödenmesine karar verilmesi istemiyle bakılan dava açılmıştır.
A- Temyize konu kararın cep telefonuna ilişkin istemin karar verilmesine yer olmadığına, davacılara ödenen cep telefonu miktarı üzerinden idareye başvuru tarihi olan 08/04/2016 tarihi ile davacılara ödemenin yapıldığı tarih olan 14/10/2016 tarihi arasında yasal faiz işletilmek suretiyle hesaplanacak tutarın davacılara ödenmesine ilişkin kısımlarının incelenmesinden:
Bölge idare mahkemelerinin nihai kararlarının temyizen bozulması, 2577 sayılı İdari Yargılama Usulü Kanunu'nun 49. maddesinde yer alan sebeplerden birinin varlığı hâlinde mümkündür.
Temyizen incelenen kararın belirtilen kısımları usul ve hukuka uygun olup, dilekçelerde ileri sürülen temyiz nedenleri kararın bu kısmının bozulmasını gerektirecek nitelikte görülmemiştir.
B- Mahkeme kararının maddi tazminat talebinin kabulüne ilişkin kısmının incelenmesinden:
Uyuşmazlık, 5233 sayılı Kanun'un yürürlüğünden sonra gerçekleşen dava konusu olayda, karşılanması talep edilen maddi zararın 2577 sayılı Kanun'un 13. maddesine göre genel tazminat hukuku ilke ve kuralları kapsamında mı yoksa, 5233 sayılı Kanun'un kendi özel düzenlemeleri kapsamında mı karşılanacağı hususundan doğmaktadır.
İLGİLİ MEVZUAT:
17/07/2004 tarihinde kabul edilip, 27/07/2004 tarihli Resmî Gazete'de yayımlanan 5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'un 1. maddesinde, ''Bu Kanunun amacı, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle maddî zarara uğrayan kişilerin, bu zararlarının karşılanmasına ilişkin esas ve usulleri belirlemektir.''; 2. maddesinin 1. fıkrasında, ''Bu Kanun, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararlarının sulhen karşılanması hakkındaki esas ve usullere ilişkin hükümleri kapsar.''; 6. maddesinin 1. ve 2. fıkralarında, ''Zarar gören veya mirasçılarının veya yetkili temsilcilerinin zarar konusu olayın öğrenilmesinden itibaren altmış gün içinde, her hâlde olayın meydana gelmesinden itibaren bir yıl içinde zararın gerçekleştiği veya zarar konusu olayın meydana geldiği il valiliğine başvurmaları hâlinde gerekli işlemlere başlanır. Bu sürelerden sonra yapılacak başvurular kabul edilmez. Bu Kanun kapsamındaki yaralanma ve engelli hâle gelme durumlarında, yaralının hastaneye kabulünden hastaneden çıkışına kadar geçen süre, başvuru süresinin hesaplanmasında dikkate alınmaz. İlgili valilik dışında diğer valilikler, kaymakamlıklar, Türkiye Cumhuriyeti dış temsilcilikleri, diğer bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarına yapılan başvurular ilgili valiliğe gönderilir.''; 7. maddesinde, ''Bu Kanun hükümlerine göre sulh yoluyla karşılanabilecek zararlar şunlardır: a) Hayvanlara, ağaçlara, ürünlere ve diğer taşınır ve taşınmazlara verilen her türlü zararlar, b) Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde uğranılan zararlar ile tedavi ve cenaze giderleri, c) Terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle kişilerin mal varlıklarına ulaşamamalarından kaynaklanan maddî zararlar''; 8. maddesinin 1. fıkrasında, ''7 nci maddede belirtilen zararlar, zarar görenin beyanı, adlî, idarî ve askerî mercilerdeki bilgi ve belgeler göz önünde tutularak olayın oluş şekli ve zarar görenin aldığı tedbirlere göre, zarar görenin varsa kusur veya ihmalinin de göz önünde bulundurulması suretiyle, hakkaniyete ve günün ekonomik koşullarına uygun biçimde komisyon tarafından doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile belirlenir.''; 9. maddesinde, ''Yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın; a) Yaralananlara altı katı tutarını geçmemek üzere yaralanma derecesine göre, b) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından üçüncü derece olarak tespit edilenlere dört katından yirmidört katı tutarına kadar, c) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından ikinci derece olarak tespit edilenlere yirmibeş katından kırksekiz katı tutarına kadar, d) Çalışma gücü kaybı, yetkili sağlık kuruluşları tarafından birinci derece olarak tespit edilenlere kırkdokuz katından yetmişiki katı tutarına kadar, e) Ölenlerin mirasçılarına elli katı tutarında, nakdî ödeme yapılır. Nakdî ödemenin tespitine esas tutulacak miktar, ödeme yapılmasına ilişkin valinin veya Bakanın onayı tarihinde geçerli gösterge ve katsayı rakamları esas alınarak belirlenir. Birinci fıkranın (e) bendine göre belirlenen nakdî ödemenin mirasçılara intikalinde 4721 sayılı Türk Medenî Kanununun mirasa ilişkin hükümleri uygulanır. Cumhurbaşkanı, nakdî ödemeye esas tutulan gösterge rakamını yüzde otuza kadar artırmaya veya kanunî sınıra kadar indirmeye yetkilidir. Bu Kanun kapsamındaki zararlardan dolayı, zarar gören kişilere gerçek veya özel hukuk tüzel kişileri tarafından yapılan ödemeler sebebiyle Devlete rücu edilemez. Nakdî ödemenin şekli, tutarı, yaralanma ve engellilik derecelerinin tespitine ilişkin esas ve usuller yönetmelikle belirlenir.''; 12. maddesinde, "Komisyon, doğrudan doğruya veya bilirkişi aracılığı ile yaptığı tespitten sonra 8 inci maddeye göre belirlenen zararı, 9 uncu maddeye göre hesaplanan yaralanma, engelli hâle gelme ve ölüm hâllerindeki nakdî ödeme tutarını, 10 uncu maddeye göre ifa tarzını ve 11 inci maddeye göre mahsup edilecek miktarları dikkate alarak, uğranılan zararı sulh yoluyla karşılayacak safi miktarı belirler. Komisyonca, bu esaslara göre hazırlanan sulhname tasarısının örneği davet yazısı ile birlikte hak sahibine tebliğ edilir. Davet yazısında hak sahibinin sulhname tasarısını imzalamak üzere otuz gün içinde gelmesi veya yetkili bir temsilcisini göndermesi gerektiği, aksi takdirde sulhname tasarısını kabul etmemiş sayılacağı ve yargı yoluna başvurarak zararının tazmin edilmesini talep etme hakkının saklı olduğu belirtilir. Davet üzerine gelen hak sahibi veya yetkili temsilcisi sulhname tasarısını kabul ettiği takdirde, bu tasarı kendisi veya yetkili temsilcisi ve komisyon başkanı tarafından imzalanır. Sulhname tasarısının kabul edilmemesi veya ikinci fıkraya göre kabul edilmemiş sayılması hâllerinde bir uyuşmazlık tutanağı düzenlenerek bir örneği ilgiliye gönderilir. Sulh yoluyla çözülemeyen uyuşmazlıklarda ilgililerin yargı yoluna başvurma hakları saklıdır.''; Geçici 1. maddesinde, ''Bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarihten itibaren bir yıl içinde ilgili valilik ve kaymakamlıklara başvurmaları hâlinde, 19.7.1987 tarihi ile bu Kanunun yürürlüğe girdiği tarih arasında işlenen 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanununun 1 inci, 3 üncü ve 4 üncü maddeleri kapsamına giren eylemler veya anılan tarihler arasında terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören gerçek kişiler ile özel hukuk tüzel kişilerinin maddî zararları hakkında da bu Kanun hükümleri uygulanır.'' hükümleri düzenlenmiştir.
5233 sayılı Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun'un genel gerekçesinde ise, ''Anayasanın dayandığı temel görüş ve ilkeleri belirten ve Anayasa metnine dahil olan Başlangıç Kısmında 'Topluca Türk vatandaşlarının millî gurur ve iftiharlarda, millî sevinç ve kederlerde, millî varlığa karşı hak ve ödevlerde, nimet ve külfetlerde ve millet hayatının her türlü tecellisinde ortak olduğu...' belirtilmiş; Cumhuriyetin niteliklerini gösteren Anayasanın 2 nci maddesinde ise Türkiye Cumhuriyetinin 'toplumun huzuru, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı... sosyal bir hukuk devleti' olduğu vurgulanmıştır.
Kural olarak idarenin hukukî sorumluluğu kusur esasına dayanmaktadır. Sözü edilen kuralın istisnası olarak, idarenin önlemekle yükümlü olduğu halde önleyemediği bir takım zararların, nedensellik bağı ve kusur koşulu aranmadan karşılanması gerekmektedir. Objektif sorumluluk anlayışına dayalı sosyal risk adı verilen bu ilke, bilimsel ve yargısal içtihatlarla da kabul edilmiştir.
Temelde Devletin anayasal düzenini yıkmayı amaçlayan terör eylemlerinin zarar gören kişilere karşı kişisel husumetten ileri gelmediği bilinmektedir. Terör eylemlerine hedef olan kişiler kendi kusur ve fiilleri sonucu değil, toplumun bir bireyi olarak zarar görmektedirler. Devleti ve toplumu hedef alan fiillerden doğan zararın mağdur kişinin üzerinde bırakılması, hak ve nesafet kurallarıyla bağdaşmaz. Ortaya çıkan zararın paylaştırılması, toplumun diğer kesimleri ile zarara uğramış kişiler arasında fedakarlığın denkleştirilmesi, hakkaniyet ve sosyal hukuk devleti ilkelerinin bir gereğidir. Kişilere verilen zararlar, ister terör örgütlerinin eylemlerinden, ister terörle mücadele sırasında Devletçe alınan tedbirlerden kaynaklanmış olsun; bu zararların belirtilen ilkeler uyarınca karşılanması, Devlete olan güveni pekiştirecek; vatandaş-Devlet kaynaşmasını artıracak, terörle mücadeleye ve toplumsal barışa önemli katkıda bulunacaktır. Terörle mücadelede Türk Silâhlı Kuvvetlerinin ve güvenlik güçlerinin kazandığı olağanüstü başarının sosyal ve ekonomik tedbirlerle desteklenmesi zorunluluğu toplumumuzun bütün kesimlerince kabul edilmektedir.
Öte yandan, Bakanlar Kurulunun 23/06/2003 tarih ve 2003/5930 sayılı Kararıyla kabul edilip 24/07/2003 tarih ve 25178 mükerrer sayılı Resmî Gazetede yayımlanan 'Avrupa Birliği Müktesebatının Üstlenilmesine İlişkin Türkiye Ulusal Programının Uygulanması, Koordinasyonu ve İzlenmesine Dair Karar'ın 'Yargının işlevselliği ve kapasitesinin artırılması suretiyle etkin bir yargı sisteminin tesis edilmesi' başlığı altındaki (24.14.1.1.) numaralı tablodaki 18 inci sırada 'Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Kanun Tasarısı'nın beklenen yürürlük tarihi 2004 yılı olarak belirlenmiştir.
Bu çerçevede yapılan çalışmalar sonunda, terör eylemlerinin ülkemizde yoğun olarak yaşandığı 19/07/1987 tarihi ile 30/11/2002 tarihi arasında, terör eylemleri veya terörle mücadele kapsamında yürütülen faaliyetler nedeniyle zarar gören kişilerin maddi zararlarının yargı yoluna gitmelerine gerek kalmadan, idarece en kısa süre içinde ve sulh yoluyla karşılanması, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesine ancak bu yolla sonuç alamayanların başvurmaları, verilen tazminat miktarlarının haksız zenginleşme aracı olarak kullanılmasının önlenmesi amacıyla bu Tasarı hazırlanmıştır." ifadelerine yer verilmiştir.
Bununla birlikte; 5233 sayılı Kanun gereğince Zarar Tespit Komisyonu tarafından terör saldırısı sonucu ölenin yakınlarına yapılan sulhname teklifinin kabul edilmemesi nedeniyle açılan maddi ve manevi tazminat davasında, 5233 sayılı Kanun'un 1. maddesinde yer alan ''maddi'' sözcüğünün; 2. maddesinin 1. fıkrasında yer alan ''maddi'' sözcüğünün; 7. maddesinin (c) bendinde yer alan ''maddi'' sözcüğünün; 9. maddesinin, a) Birinci fıkrasında yer alan 'Yaralanma, sakatlanma ve ölüm hallerinde (7000) gösterge rakamının memur aylık katsayısı ile çarpımı sonucunda bulunan miktarın' biçimindeki ilk paragrafı ile (e) bendinin, b) ikinci fıkrasının ve Geçici 1. maddesinde yer alan ''maddi'' sözcüğünün, Anayasa'nın 2, 5, 11, 36, 90 ve 125. maddelerine aykırı olduğu kanısına varan Elazığ İdare Mahkemesi'nin yaptığı somut norm denetimi (itiraz) başvurusunda verilen Anayasa Mahkemesi’nin 25/06/2009 tarih ve E:2006/79, K:2009/97 sayılı kararında, “...5233 sayılı Yasa’nın 9. maddesi, terör ve terörle mücadele sırasında meydana gelen yaralanma, sakatlanma ve ölüm hâllerinde ödenecek maddi tazminat miktarı ile ödeme usulünün belirlenmesini düzenleyen bir kuraldır.
Toplumsal nitelikli bir riskin gerçekleşmesi sonucu meydana gelen özel ve olağandışı zararların karşılanmasında, devletin ödeme gücü, ekonomik durumu, zarar görenlerin sayısı, zarar doğuran olayların uzun süreli ve yaygın olması gibi nedenleri gözeterek idare, hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk hallerinde meydana gelen gerçek zarardan sorumlu olurken, sosyal risk ilkesinde sulh yoluyla ödenecek tazminat miktarının yasa koyucu tarafından yasayla belirlenmesi Anayasa’da güvence altına alınan sorumluluk hukukunun temel ilkelerine aykırılık oluşturmaz...” değerlendirmesinde bulunularak itirazın reddine karar verilmiştir.
HUKUKİ DEĞERLENDİRME:
Dosyanın ve aynı olaya ilişkin temyiz dosyalarının birlikte incelenmesinden; 13/03/2016 tarihinde Ankara, Kızılay, Güvenpark’ta meydana gelen patlama nedeniyle zarara uğrayan davacı/davacılar tarafından, olayda davalı idarenin / idarelerin hizmet kusuru bulunduğu ileri sürülmüş, ancak İdare Mahkemeleri ve Bölge İdare Mahkemesi tarafından olayda davalı idarenin / idarelerin hizmet kusuru bulunmadığı sonucuna varılmış, davacılar tarafından dosyalarda bulunan olaya ilişkin bilgi ve belgelerin değerlendirilmediği, temyiz aşamasında da hizmet kusuruna ilişkin iddiaları devam ettiğinden Dairemizce öncelikle bu hususa ilişkin olarak davacıların temyiz iddiaları doğrultusunda dava konusu olay değerlendirilmiştir.
Dava konusu olayın bir terör olayı olduğu açık olmasına rağmen, bu terör olayında idarenin hizmet kusuru/ kusursuz sorumluluğunun bulunup bulunmadığının açıklığa kavuşturulması gerekmektedir. Dairemizin konuyla ilgili yerleşik içtihadı da; terör eylemi sonucu bir zararın ortaya çıkması durumunda, öncelikle söz konusu olayın meydana gelmesinde idarelere atfı kabil bir hizmet kusuru veya kusursuz sorumluluk hallerinin bulunup bulunmadığının araştırılması, idarenin gerek hizmet kusuru gerekse kusursuz sorumluluk hallerinin olayda bulunmaması durumunda 5233 sayılı Kanun kapsamında gerekli inceleme ve araştırma yapılarak karar verileceği yönündedir.
Bu nedenle idarenin / idarelerin olay öncesi genel güvenlik hizmetlerine ilişkin kusuru / kusursuz sorumluluğunun tespiti için olay öncesinde olaya ilişkin ihbar veya istihbari bilgi ve belge olup olmadığının araştırılması gerekmektedir. Olay öncesinde ve olaya ilişkin istihbari bilgi belge var ise idarenin bu konuda özel bir önlem almaması neticesinde oluşan zarardan hizmet kusuru ilkesi uyarınca sorumlu tutulacağı açıktır.
İncelenen dosyalarda İdare Mahkemeleri tarafından yapılan ara kararlar üzerine dosyalara giren bilgi ve belgelere göre; ... İdare Mahkemesinin E:… sayılı dosyasından yapılan ara karar üzerine Ankara Valiliği tarafından sunulan cevabi yazıda; 01/11/2016-31/03/2016 tarihleri arasındaki Ankara ilindeki emniyet tedbirlerinin ve Ankara’da meydana gelen olayların liste halinde sunulduğu, 20/02/2016 tarihinde Başkent Güvenlik Eylem Planı’nın hazırlandığı ve 09/03/2016 tarihinde yürürlüğe girdiğinin belirtildiği, aynı dosyada İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 06/07/2017 tarihli yazısında; olay öncesinde istihbari bilgi elde edilemediği, olayla ilgili somut duyum bulunmadığı, yine İçişleri Bakanlığı Emniyet Genel Müdürlüğü’nün 11/07/2017 tarihli yazısında; Ocak-Şubat-Mart aylarında emniyete ulaşan ve gerekli birimlerle paylaşılan genel nitelikteki muhtemel eylemlere ilişkin yazıların sunulduğu, ... İdare Mahkemesinin E:… sayılı dosyasında bulunan Ankara Valiliği İl Emniyet Müdürlüğü’nün 12/10/2016 tarihli yazısında; olaya ilişkin ihbarın bulunmadığının belirtildiği görülmüştür.
Ayrıca olay sonrası İçişleri Bakanlığı Mülkiye Müfettişi ve Polis Başmüfettişi tarafından hazırlanan Araştırma Raporunda; yaşanan terör olaylarının engellenmesinin sadece bir ilin sınırları içinde alınacak tedbirlerle sağlanamayacağı, ülke içinde ve sınırlarımız dışında alınması gereken önlemler olduğu, olaya ilişkin ön inceleme yapılmasına gerek olmadığı, disiplin soruşturmasına gerek olmadığı, idari ve mali yönden herhangi bir işlem yapılmasına gerek olmadığı yönünde tespitlerde bulunulduğu görülmüştür.
Söz konusu yazıların incelenmesinden; davalı idarenin hizmet kusuru nedeniyle sorumlu tutulabilmesi için olay öncesinde olaya ilişkin istihbari bilginin yer, zaman, kişi unsurlarından bir ya da bir kaçının belirli olacak şekilde idarece bilinmesi ve idarenin bu bilgiye rağmen gerekli önlemi almaması halinde söz konusu olacağı değerlendirildiğinde; dava konusu olayda Emniyet birimlerinde olay öncesinde olaya ilişkin herhangi bir ihbarın bulunmadığına ilişkin yazıları da gözönünde tutularak idarenin hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluğundan söz edilemeyeceği sonucuna varılmıştır.
Ayrıca davacı / davacılar tarafından, olayın ABD Büyükelçiliği ve TÜRGEV Vakfı tarafından önceden bilindiği, bunlar tarafından vatandaş, vakıf mensup ve öğrencilerinin uyarıldığı iddia edilse de; bu iddiaların basına yansıyan haberler dışında, objektif, kesinlik taşıyan ve kaynağı belirlenebilir iddialar olmadığı açıktır. Olaya sebebiyet veren canlı bomba olan şahsın, Balıkesir'de eğitim görürken Diyarbakır BDP Gençlik Şöleni'ne katıldıktan sonra Suriye'ye gidip PKK-KCK terör örgütüne katıldığı, ailesinin kayıp başvurusunda bulunduğu, terör örgütüne üye olma suçundan hakkında arama kararı bulunduğu, olayda kullanılan araçla ilgili istihbari bilgi belge olmadığı hususları dosya kapsamından anlaşılmış, davacı / davacıların hakkında arama kararı olan bir kişi tarafından gerçekleştirilen eylem nedeniyle davalı idare / idarelerin hizmet kusuru iddiaları hakkında ise; idarenin ilgili şahsa yönelik hukuki ve idari tüm işlemleri yaptığı, bir süre yurt dışında da bulunan şahsın yasa dışı yollarla ülkeye giriş yaptığı, bu nedenle idareye atfedilecek bir kusur bulunmadığına karar verilmiştir.
Her ne kadar davacılar tarafından dava konusu olay nedeniyle uğradığı maddi zararların genel tazminat hukuku ilkeleri kapsamında sosyal risk ilkesine dayanılarak karşılanması gerektiği ileri sürülmüşse de; 5233 sayılı Kanun'un genel gerekçesinde de açıklandığı üzere anılan Kanunun yürürlüğünden sonra meydana gelen ve idarenin kusur ya da kusursuz sorumluluğunun bulunmadığı terör olaylarında da anılan Kanunun uygulanacağı ve 5233 sayılı Kanun'un 9. maddesi ile Terör ve Terörle Mücadeleden Doğan Zararların Karşılanması Hakkında Yönetmeliğin, ''Yaralanma, engelli hale gelme ve ölüm hallerinde yapılacak ödemeler'' başlıklı 21. maddesinde anılan hallerde maddi zararların nasıl hesaplanıp karşılanacağının özel olarak düzenlendiği, bu nedenle maddi zarar talebinin 5233 sayılı Kanun kapsamında değerlendirilmesi gerektiği açıktır. Anayasa Mahkemesince de yukarıda gerekçesine yer verilen kararında; idare, hizmet kusuru ve kusursuz sorumluluk hallerinde meydana gelen gerçek zarardan sorumlu olurken, sosyal risk ilkesinde sulh yoluyla ödenecek tazminat miktarının yasa koyucu tarafından yasayla belirlenmesinin Anayasa’da güvence altına alınan sorumluluk hukukunun temel ilkelerine aykırılık oluşturmayacağı değerlendirmesinde bulunulmuştur.
Bu halde Bölge İdare Mahkemesince; olayın terör olayı olması ve olayda idareyi kusurlandıracak herhangi bir ihbar, istihbari bilgi ve belgenin bulunmadığı, idarenin kusurlu veya kusursuz sorumluluk sebeplerinin olmadığı gözetilerek davanın maddi tazminata ilişkin kısmının, sosyal risk ilkesinin kanunlaşmış hali olan 5233 sayılı Kanun kapsamında hesap edilmesi gerekirken genel hükümler sosyal risk ilkesi esas alınarak davacıların destekten yoksun kalmaları kaynaklı tazminatın ödenmesine karar verilmesinde hukuki isabet görülmemiştir.

KARAR SONUCU :
Açıklanan nedenlerle;
1. Davalı idarelerin temyiz istemlerinin kısmen kabulü, kısmen reddine,
2. Temyize konu … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesinin … tarih ve E:…, K:… sayılı kararının, cep telefonuna ilişkin istemin karar verilmesine yer olmadığına, davacılara ödenen cep telefonu miktarı üzerinden idareye başvuru tarihi olan 08/04/2016 tarihi ile davacılara ödemenin yapıldığı tarih olan 14/10/2016 tarihi arasında yasal faiz işletilmek suretiyle hesaplanacak tutarın davacılara ödenmesine ilişkin kısımlarının ONANMASINA; maddi tazminatın kabulüne ilişkin kısmının BOZULMASINA,
3. Bozulan kısım hakkında yeniden bir karar verilmek üzere dosyanın … Bölge İdare Mahkemesi 10. İdari Dava Dairesine gönderilmesine, 05/04/2021 tarihinde oy çokluğuyla kesin olarak karar verildi.

(X) KARŞI OY:
Temyiz incelemesine konu … Bölge İdare Mahkemesi ... İdari Dava Dairesi kararı; miktar ve hesaplama yönünden usul ve yasaya uygun olduğundan, faiz başlangıç tarihi açısından ise; miktar artırımı ile artılan miktara ilişkin miktar artırım dilekçesinin mahkeme kayıtlarına girdiği tarihten itibaren faiz işletilmesi gerekse de; davacı tarafın temyiz istemi olmaması ve aleyhe bozma yasağı kapsamında; davalı idarelerin temyiz istemlerinin reddi ile kararın tümüyle onanması gerektiği oyuyla Dairemiz çoğunluk kararına katılmıyorum.

UYAP Entegrasyonu